8 Nisan 2017 Cumartesi

1908 - 1909 Yılları

On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru sınır komşumuz Çarlık Rusya’sının zaman zaman Batı’daki büyük devletlerle anlaşarak, aziz vatanımızı parçalamaya matuf saldırışları sırasında cetlerimizin öz yurdu olan Trabzon’un Hacı Kasım mahallesindeki yuvasından uzaklaşmak zorunda kalan ailemizin tek erkek çocuğu bulunan rahmetli babam Salih Necati Sahir Bey’in, yine Rumeli topraklarından göç etmiş bir ailenin kızı olan rahmetli anam Melek Hanım ile kurduğu evlilik rabıtası, eski adı ile Edirne vilâyetine bağlı Kırkkilise, şimdiki deyişle Kırklareli’nde yine tek erkek çocuk olarak beni şu karmakarışık dünyamıza armağan etmiş bulunuyor.

Osmanlı tarihinde büyük bir devir yaratmış olan Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon’u zapt ettiği sıralarda kumandanı olarak emrinde bulunan Yahya Paşa’nın sonraları Trabzon’da “Hacı Ali Mollazade” adı ile devam eden aile bağının Trakya topraklarında, yukarıda işaret edildiği gibi, dünyaya gözü açılan tek erkek çocuğu, birbiri ardı doğan iki kız çocuğunun Bursa ve İstanbul’da ebediyete göçüşü ile o yılların gurbet ve hasret türküleri içinde tek ışık ve ümit halinde büyütülüyor.

O zamanların şartlarına göre devlet kapısında veya o mahiyetteki bir teşekkülde mütevazı bir maaş kadrosu ile çalışan aile reisinin vazife değişiklikleri yüzünden Kırkkilise’den sonra Edirne ve eski deyimle “Hüdavendigâr” şimdiki adı ile Bursa, Çanakkale ve İstanbul seferleri birbirini kovalıyor ve II. Meşrutiyet 1908 yılında ilân edildiği zaman ailenin tek erkek çocuğu mektep çağında bulunuyor. O günlerin işitilen ve tekrarlanan sözleri de şunlardan ibaret oluyor: “Yaşasın hürriyet!”, “Yaşasın uhuvvet!”, “Yaşasın müsavat!”, ” Yaşasın meşrutiyet!”

Gerçekten II. Meşrutiyet beni ve benim gibileri okul çağında buldu. Fakat Sultan II. Abdülhamid’in, ilk anlarda hürriyetsever düşünüş ve görünüşle, Saltanat ve Hilâfet makamına geçişinden sonra, I. Meşrutiyet’i kayıtlayıcı ve baltalayıcı davranışı sonunda otuz üç yıllık saltanat devresinin yarattığı mutlakıyet ve istibdat idaresinin, “Jön Türkler” olarak vasıflandırılan İttihat ve Terakki mensuplarının cesurane hamlesiyle yıkılışını kovalayan ilk hürriyet yıllında, mutlakıyet idaresinin müfsit unsurları ile yardakçılarının körüklediği gerici hareketlerin 31 Mart 1909 günündeki kanlı tezahürleriyle büyüyen isyan dalgaları, II. Meşrutiyet’i boğan safhaların başlangıcı oldu.

Henüz okul çağında bir genç olarak 1909 yılında Sultanahmet Meydanı’nda, o zamanın Meclis-i Mebusan Reisi Ahmed Rıza Bey’in yerine Adliye Nazırı Nazım Paşa’nın, İstanbul Mebusu Hüseyin Cahid Bey yerine Lazkiye Emiri Arslan Bey’in kapalı ve açık arabalar içinde Meclis-i Mebusan binasına gelişleri sırasında gözlerimizin önünde süngü ile şehit edildiklerini görmek âsilerin ve mürtecilerin muhtelif meydanlarda ve sokaklarda kurulan sehpalarda sallandıklarına şahit olmak masum dimağlar için ayrı bir talihsizlik oldu.

Bununla beraber Hareket Ordusu’nun hürriyeti, Meşrutiyet’i koruyucu hamleleri, vatansever duyguların uyanışını sağlayan söz ve fikir hürriyetini kayıtlayıcı bazı kararlara ve tedbirlere rağmen hürriyet sevgisini aşılayan ve milliyetçilik hislerini uyandıran ve hatta beni gazetecilik mesleğine yönelten yeni ve nurlu bir meşale, imanlı ve heyecanlı bir merhale teşkil etti.

KAYNAK: 2. Meşrutiyet ve Sonrası Hatıralarım - Necmeddin Sahir Sılan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder